Hafıza Odası

      Psikolojik travma, kişinin beklemediği bir olaya sınırlarını zorlayan bir şekilde maruz kalmasıdır. Travma, Amerikan Psikiyatri Birliği (1980) tarafından normal insan deneyiminin ötesinde seyreden olaylar olarak tanımlanmıştır. Bu olaylar doğal afetler,yangın gibi durumlar olabileceği gibi insan eliyle işlenen savaş, zorunlu göç, işkence, tecavüz, cinsel taciz vb durumlardır. Söz konusu tanıma göre, bir olayın travmatik olması için olayı yaşayan kimse tarafından fiziksel bütünlüğünü tehdit eder şekilde algılanması ve kişide dehşet, çaresizlik, korku gibi yoğun duygulara yol açması gerekmektedir. Kanımca tanım olayı yaşayan kimse temelinde eksiktir. Çünkü olayı duyan, okuyan, izleyen veya yakınlarını kaybeden kişiler de travmatize olabileceği gibi nesiller sonra gelen kuşaklarda da bu travmanın bilinçdışı semptomları gözlenebilmektedir. Araştırmalar travmaların nesilden nesile aktarıldığına işaret etmektedir ki bence coğrafyamız bu süregelen travmaları tekrar tekrar deneyimlemek durumunda kalmış ve bu yaraların sarılması sadece toplum dinamiklerine bağlı kalmıştır. Halepçe ve Enfal katliamlarının öncesinden yakın zamanda hepimizin gözleri önünde IŞİD barbarları tarafından Êzîdî Kürtlere yönelik gerçekleşen soykırımlara dek bu coğrafyada travmalar tekrar edegelmiştir. Bu travmalar kültürel aktarım ile devam eden travmalardır(trans-cultural trauma). Dil aygıtı gibi gelişimi insan evrimi ile paralel olan bir yapıya da bu travmatik olayları tanımlayan kelimeler eklenmiştir ki bunlara “Hewar, Ferman” gibi kelimeleri örnek gösterebiliriz. Tedavi ve yeniden yapılandırma sürecinde öncelikle güvenli bir alan ve adalet inancı tesis edilir ardından planlı ve uzun erimli bir tedavi çerçevesi, boylamsal araştırmalar vb. çalışmalar yapılır. Yahudi soykırımı, Srebrenica soykırımı gibi travmatik olaylardan sonra failler kısmi de olsa yargılanmış, tedavi programları oluşturulmuş ve özellikle de bu kitlesel travmaların gerçekleştiği mekanlara anıtlar yapılmıştır. Peki bu yaraları sarmak için kurumsal aygıtlardan mahrum olan coğrafyamız bunların üzerinden nasıl gelmektedir diye sorduğumuzda; Toplulukçu olma, psikolojik dayanıklılık, yas törenleri ve bu törenlerde yakılan ağıtları, dengbêjleri gösterebiliriz. Öte yandan geçen zaman neticesinde bu olay ile ilgili şakalar yapıldığını, halaylar çekildiğini kitlesel buluşmalarda gözlemleyebiliriz. Bir nazi subayının, Guernica tablosunu göstererek “Bu tabloyu kim çizdi?” sorusuna Picasso’nun “Bu sizin eseriniz” demiştir ve sanatçının kendi coğrafyasında yaşanan travmalara kayıtsız kalamayacağını, toplumdan ayrı düşünülemeyeceğini söylemiştir. Bence ahmet güneştekin’in sergisi bu durumda çok kıymetlidir. Serginin ve sanatın şekli kendi öznelliğine kalmıştır ki bence kalmalıdır.” Böyle bir sergide kayıp yaşantısını deneyimlemiş bireylerin bir araya getirilerek yası paylaşabilecekleri alanların yaratılması, yeniden işleme, ortak travma çerçevesinde gelişen örgütlülük gibi iyileştirici faktörleri olabilir. Ama Kürtlerin bir nevi sağaltım nesnesi olan Halayı, en temel adalet inancı’nın bile tesis edilmediği bu mekanda kısmen dahi olsa yargılanmamış faillerin veya sessiz kalarak suçu onaylayanların oynaması bence kahredicidir ve serginin önüne geçmektedir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar